Yaren Yardım Gönüllüleri Derneği Başkanı İlker KARAGÖZ, Kurban organizasyonu için gittiği AFGANİSTAN’a ilişkin izlenimlerini anlattı.
Şu anki ismiyle Afganistan İslam Emirliği, Orta Asya'nın güneyinde, denize kıyısı olmayan bir ülkedir. Pakistan, İran, Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan ve Çin ile komşu olan ülkenin yüz ölçümü 652.000 km² olup kuzey ve güneydoğusunu düzlüklerin oluşturduğu dağlık bir coğrafyaya sahiptir. Başkenti ve en büyük şehri Kabil’dir. Yaklaşık 40 milyonluk nüfusu zengin demografik yapısıyla Peştunlar, Tacikler, Hazaralar ve Özbekleri bünyesinde barındırır.
Yüzyıllardır savaşın eksik olmadığı bu coğrafyaya “imparatorluklar mezarlığı” da denmiştir. İngiltere, SSCB ve Amerika Birleşik Devletleri gibi emperyal güçler onca işgale ve yıkıma rağmen bir türlü bu coğrafyadan istediğini alamamıştır. Pentagon'un 2010 tarihli bir toplantı tutanağında "Nadir minerallerin Suudi Arabistan'ı" olarak nitelendirdiği Afganistan, zengin yeraltı kaynakları ile hala diğer ülkelerin ekonomik anlamda iştahlarını kabartan bir coğrafyadır.
40 yılı aşkın süredir modern orduların silahlarıyla dövülen Afganistan’da son bir yıldır sükûnet hakim… Sokaklar gayet güvenli ve insanlar uzun yıllardan sonra ilk kez köylerine, akrabalarının yanına veya başka şehirlere rahatlıkla gidip gelebiliyorlar. Bu güven ortamında biz de yanımızda Afgan tercüman olmadan rahatlıkla şehirlerarası seyahatler gerçekleştirebildik. Hatta gittiğimiz bir şehirde akşam olunca geri dönmeyip otelde kalmak istedik ancak uğradığımız hiç bir otelde yer bulamadık. İnsanlar bayramı da fırsat bilip aileleri ile tatile gitmişlerdi.
Dikkatimizi çeken bir başka unsur kadınların da hayatın içinde, çarşıda, pazarda alışverişte olmasıydı… İnsanların kafasında oluşan yanlış bir algıyı düzeltmek için şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki; burka giymek zorunlu değil. Kültürel bir kıyafet olan burkayı Afgan kadınlarından, isteyen giyiyor, istemeyen de giymiyor.
Bunun yanında, şehir içinde ve şehir dışında sürekli kontrol noktaları var. Uzun yıllar süren savaş atmosferinin etkisiyle içeriden ve dışarıdan gelebilecek herhangi bir saldırıya karşı sürekli teyakkuz halindeler. Özellikle İşid, bölgede sayı olarak az da olsa, bir kaç defa eylem yapmış. Bu kontrol noktalarında bizim Türkiye’den geldiğimizi öğrenen askerlerin içinden, evlerine davet edip misafir etmek isteyenlerden tutun da, bulundukları yerlerde çay kahve ikram etmek isteyenlere, sizinle “selam, nasılsın, merhaba…” gibi öğrendikleri birkaç Türkçe kelimeyle şakalaşmaya çalışanlara kadar sıcak ve cana yakın olanların sayısı hiç de az değildi.
Ülkede gerçekleştirdiğimiz yardım faaliyetleri sürecinde Şehitler ve Malüller Bakanı, Molla AbdülMecid ve Yardımcısı AbdulHakim Hakkani ile görüşme fırsatı da bulabildik. Bu görüşme bize onların gerçekten iyi eğitim almış, uluslararası siyaseti çok iyi okuyabilen, aynı zamanda halkın sosyolojik ve psikolojik durumlarını da analiz edebilen insanlar olduğunu görme imkanı da verdi. Bakan Molla AbdulMecid; bizlere, Osmanlı’nın torunları olarak Türk halkının kendileri yanında yerinin hep farklı olduğunu, derin sevgi ve muhabbet beslediklerini açıkça ifade ettiler. Yine, çok zor bir süreçten geçtiklerini, küresel güçlerin ambargosu ile karşı karşıya bırakılıp bezdirilmek istendiklerini, devlet olarak ayakta kalabilmeleri için Müslüman ülkelerden destek beklediklerini söylediler. Geçmişte yaşanan bir takım olumsuz olaylardan da tecrübe sahibi olduklarını, ilerleyen süreçte daha güçlü ve daha mutlu bir Afganistan olma yolunda ümitli olduklarını da sözlerine eklediler. Şurası bir gerçek ki yarım asra yakın bir süredir dünyanın süper güçlerine karşı direnerek, hem savaştan hem de barış müzakerelerinden -yani hem sahadan hem de masadan- başarı ile çıkmaları, aslında geçmişteki birtakım olaylardan ders alınabildiğinin bir göstergesi olsa gerek.
Tüm bunların yanında elbette halkın içinde yönetimi benimsemeyenler de var. Bir kısmı yönetimin 1996-2001 yılları arasındaki ilk iktidarını biliyor ve haliyle korkuyorlar. Bir de o süreçte dezenformasyon ve propoganda gücü de Amerika ve işbirlikçi yönetimlerin elinde olunca, böyle bir sonucun ortaya çıkması gayet normal görünüyor. Diğer bir kısım insanların yönetimi benimsememelerinin en büyük sebebi ise ekonomik durumları olarak göze çarpmakta. Emirlikten önceki Afganistan yönetimine Amerika, tabiri caizse adeta para akıtıyordu, ekonomileri dışarıdan destekleniyor, ticaret yapıp para kazanabiliyorlardı. Amerika çekilince o para akışı doğal olarak kesildi ve bu da insanların ekonomik olarak ciddi sıkıntıya düşmelerine sebep oldu.
Afganistan denince gündemi meşgul eden bir başka mesele de uyuşturucu… Amerikan işgali döneminde eroinin hammaddesi olan haşhaş üretiminin çok fazla yapıldığı bu coğrafyada, yeni hükümetin, İslami hassasiyetler gereği haşhaş ekimini ve satımını yasaklaması ile uyuşturucu kullanımının ve ticaretinin büyük ölçüde önüne geçilmiş durumda. Ancak daha önceden uyuşturucuya alışmış kimseleri bağımlılıktan kurtarabilmek için eldeki imkanlarla rehabilitasyon merkezleri kurulmaya çalışılmış. Oldukça masraflı olan bu iş için de, devlet maddi bir külfet ile de karşı karşıya kalmış.
Sonuç olarak, Afgan halkı Amerika Birleşik Devletleri’ne karşı, adeta Kurtuluş Savaşı mücadelelerini kazanıp, ülkelerini özgürleştirmeyi başarmışlar. Şimdilerde ise halkının %10’unu yetim ve dulların oluşturduğu bu ülkede, kendilerini belki de hem siyasal hem de ekonomik anlamda daha zorlu bir süreç beklemekte. Ancak yine de Afgan halkının bu zorlu süreci de atlatacağına olan inancı tam; zira direnen tarihleri bunun en açık şahitlerinden…